- Katılım
- 19 Ağu 2018
- Mesajlar
- 208
Pîr-i Türkistan, Hoca Ahmet, Kul Hoca Ahmet gibi adlarla anılan Hoca Ahmet Yesevî, 1103 yılında, Türkistan’ın Yesi kasabasında dünyaya geldi.
Babası Hz. Ali soyundan olan ve kerametleriyle tanınan, Şeyh İbrahim adlı bir bilgindir. Küçük yaştan itibaren babasından feyz aldı.
Annesi ise dönemin manevî büyüklerinden ve Şeyh İbrahim’in halifelerinden Şeyh Musa’nın kızı Ayşe Hatun’dur.
Çok küçük yaşta annesini kaybeden Ahmet, yedi yaşına geldiğinde babasını da kaybetti.
Hem annesini, hem babasını kaybeden Ahmet, ablası Gevher Şehnaz ile öksüz kaldı. Bundan böyle hayatın çetin yollarında ablasıyla yürüyecekti.
Sessiz ve sakin bir çocuk olan Ahmet, az konuşur fakat öz konuşurdu. Sanki büyümüşte küçülmüş gibi bir hali vardı. Ablasının sözünü dinler, onu hiç üzmezdi.
Bu arada Arslan Baba, Türkistan’da bulunuyordu. Küçük Ahmet’i bularak, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in emanetini ona teslim etti.
Piri Sultan, Hoca Ahmed, Kul Hace Ahmed isimleriyle de bilinen mutasavvıfın gerçek adı Ahmed Bin İbrahim Bin İlyas Yesevi’dir. İlk büyük Türk mutasavvıflarından ve Yunus Emre’den önce yetişmiş nadir nadir mutasavvıflardandır. Kendisi Türk-İslam değerlerini sentezleyerek tasavvufi bir biçimde insanlara sunmuştur. Bu özelliğiyle Orta Asya Türklerinin İslam yoluna girmelerine katkısı olmuştur. Kendi adını taşıyan Yesevi yolunun öncüsü olan mutasavvıfın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde de çok mühim etkileri var olmuştur.
Yasi şehrinde sufi öğretmenliği yapan Arslan Baba’dan etkilendiği bilinmektedir. Arslan Baba’nın vefaati akabininde Buhara kentine yerleşerek Yusuf Hemedani ile birlikte eğitimini 1140 yılına kadar sürdürdü. “Ehl-i Beyt”e duyulan sevgi ve o yoldaki tasavvuf üzerine öğretisini inşaa etti. Başlarda Maveraünnehir, Taşkent ve Batı Türkistan’da daha çok etkisini gösteren tarikat zamanla İran, Horasan ve Azerbaycan’daki Türklerce de benimsendi. Onüçüncü yüzyılda anadoluda etkisini göstermeye başlayan tarikat Balkanlar’a kadar yayıldı. Ahmed Yesevi’nin geleneğe aykırı bir biçimde öğretisini Arapça veya Farsça ile değil Türkçe ile anlatması öğretisinin bu denli etkili olmasında büyük rol oynadı. Bir kısmı dörtlük ve hece ölçüsüyle, bir kısmı beyit ve aruz ölçüsüyle yazılan şiirlerine “Hikmet” denmektedir. Bu hikmetler yesevi dervişlerince yazıya dökülüp bir araya getirildi ve Divan-ı Hikmet adındaki kitap oluştu. Akaid adındaki eserde ise islam esaslarından bahsedilmektedir.
Ahmet Yesevi mozelesi Timurlenk tarafında Türkistan şehrinde yapılmıştır.
- Doğumundan önce Ahmet Yesevî:
Peygamber Efendimiz (S.A.V) dua etti.
Onun duası üzerine Cebrail (A.S) bir tabak hurma getirdi.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve ashabına getirilen bu hurmalar dağıtılırken bir tanesi yere düştü. Bunun üzerine Cebrail (A.S) Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e hitaben:
_ Ey Allah’ın Resulü! Yere düşen bu hurma, gelecekte, sizin ümmetiniz olarak doğacak Ahmet Yesevî’nin kısmetidir, dedi.
Öyle ise bu emanet, sahibine ulaştırılmalıydı. Peygamber Efendimiz (S.A.V), hurmayı Arslan Baba’ya teslim etti. Ahmet Yesevî’yi nerede, nasıl bulacağını; onun eğitimi ile ilgilenmesini buyurdu. Bu hususta, ona yardım etmesi için Allah’a dua etti. Bu duanın bereketiyle uzun yıllar yaşayan Arslan Baba, bir taraftan da Ahmet Yesevî’yi arıyordu. Bu maksatla Türkistan taraflarına gitti. Uzun araştırmalar sonunda, yıllar önce tarifi verilen çocuğu, bir sabah medreseye giderken buldu. Çocuğu selamladı. Arslan Baba’nın selamına mukabelede bulunan çocuk:
_ Ey Baba! Emanetimiz nerededir? Diye sordu.
Arslan Baba çocuğun bu beklenmedik sorusu karşısında şaşırdı. O’na:
_ Sen bu emaneti nerden biliyorsun? dedi.
Çocuk:
_ Allah, o emanetin sırrını, bana bildirdi, karşılığını verdi.
Karşısındaki çocuğun Ahmet Yesevî olduğundan şüphesi kalmayan Arslan Baba, ilk günkü tazeliğini koruyan hurmayı çocuğa teslim etti. Onun manevî terbiyesini üzerine aldı.
- Ahmet Yesevî’nin Hayatından bir Menkıbe: HALDEN ANLAYAN ÖKÜZ
Yaptığı kaşık, kepçe ve tabakları bir heybeye yerleştirir, heybeyi de öküzünün sırtına koyarak onu Yesi çarşısına doğru sürerdi.
Şehrin çarşısına varan öküzün üzerindeki heybeden kaşık, kepçe ve tabak alanlar, karşılığını heybeye bırakırlardı.
Öküz, sırtındaki heybeden kaşık, kepçe veya tabak alıp da parasını vermeyenlerin peşini bırakmazdı. Bu amansız takip, mal alan adam karşılığını heybeye koyuncaya kadar sürerdi. Bazen halk, mal alıp da karşılığını vermeyen kimselere müdahale eder ve parayı heybeye koymalarını sağlardı.
Bütün gün çarşıda dolaşan öküz, akşam olunca Hoca Ahmet Yesevî’nin yanına dönerdi. Heybedeki paraları alan Ahmet Yesevî, bu paraları ihtiyaç sahipleri ve öğrenciler için harcardı.